17 Aralık 2015 Perşembe

Atatürk Hakkında Söylenmiş Sözler

A.B.D.
          "Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk' ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye' de giriştiği derin ve geniş inkılaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur."
John F. Kennedy (A.B.D. Başkanı, 10 Kasım 1963)

          "Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır."

Franklin D. Roosevelt (A.B.D. Başkanı, 10 Kasım 1963)

          "Asker-devlet adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi, Türkiye'nin, dünyanın en ileri memleketleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. Keza O, Türklere, bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendine güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir."

General Mc Arthur

          "Sovyet Rusya Hariciye Nazırı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa'nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi."

Franklin D. Roosevelt (A.B.D. Başkanı, 1928)

          "Dünya sahnesinden tarihin en dikkatli, çekici adamlarından biri geçti."

Chicago Tribune

          "Savaş sonrası döneminin en yetenekli liderlerinden biri."

New York Times

          "İnsanı teslim alıcı fevkalade önderlik kuvveti vardır. O, tetiktir, hazır cevaptır, dikkati çekecek kadar zekidir."

Gladys Baker (Gazeteci)

Almanya
          "O kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir diktatör değil, gelecek kuşaklar için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandı."
Prof. Walter L. Wriht Jr.

          "Atatürk Türkiye'yi tek düşman kalmaksızın bırakmıştır. Bu zamanımızın hiçbir devlet şefinin başaramadığıdır."

Alman Volkischer Beobachter Gazetesi

          "Almanya, ATATÜRK' ün eserine ve mücadelesine hayrandır. Onda, tarihi eseri, özgürlüğü seven bütün milletler için bir sembol olarak kalacak kudretli bir kişilik görmektedir."

Berlin, Alman Ajansı

          "Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk' ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar."

Profesör Herbert Melzig (Tarihçi)

          "Kendisinin tarihi büyüklüğü, eseri olan yeni Türkiye' ye bakılarak bu günden ölçülebilir. Çelik gibi azim ve gayreti, uzağı gören akıl ve hikmetle birleşmiş olan bu gerçek halk önderi ve devlet adamı; Anadolu dağlarının en uzak ve ıssız köşesindeki köylere bile başka bir ruh aşılamıştır."

Illustrierte Dergisi

          "O, kendi milleti ve beşeriyet alemi için beslediği muhabbetle, bir dahinin neler yarattığına dair, cihana fevkalade heyecanlı bir sahne seyrettirmektedir."

Profesör Herbert Melzig (Tarihçi)

Fransa
          "İnsanlığın bütün belirtileri Onda kendini hemen gösteriyor."
Noelle Gazetesi

          "Eski Osmanlı İmparatorluğu bir hayal gibi ortadan silinirken, milli bir Türk Devleti'nin kuruluşu, bu çağın en şaşırtıcı başarılarından birisidir. Mustafa Kemal, yüce bir eser ortaya koymuştur. Atatürk' ün parlak başarısı bütün sömürgeler için bir örnek olmuştur."

Maurice Baumant (Profesör)

          "Çok büyük bir adamdı... bir siyasi dahiydi."

Excelsior Gazetesi

          "Dünyanın, çağdaş, en büyük kişilerinden biri."

Le Jour-Echo de Paris

          "Atatürk' ün yurt kurtarıcı olduğunu, milletlerin en vefalısı olan Türkler asla unutmayacaklardır."

Noell Roger Gazetesi

          "Karşımdaki bu büyük adamda, keşfettiğim bu büyük meçhulde maharet ve karakter o kadar iyi işlenmişti ki, sözlerinde hiçbir şüphe aranamazdı."

Claude Farrer (Yazar)

          "Bu günün Türkleri, yüzyıllar önce Avrupa' yı titreten canlı millet durumuna erişmiştir ve bu aksam O büyük ulunun başında bekleyen Türkiye, güçlü ve dipdiri Türkiye'dir."

Pierre Dominique (Gazeteci)

          "Asırları asan adam!.."

Fransa, Paris Basını

          "Akıllı ve barışçı yöntemlerle gerçekleştirdiği eseri halkların tarihinde izlerini bırakacaktır."

Albert Lebrun, Fransız Cumhurbaşkanı

          "Mevcut rütbelerin hepsini kaldırdığı bir memlekette, bu adam, bütün rütbeleri, kazanmıştır. O memlekete, bulabilecek en şerefli isim O'na verilmiştir."

Mercel Sauvage (Gazeteci)

          "Bu, insanlığa denenmiş bir felsefe örneği olarak sunulabilir. Atatürk yüz yıllara sığabilecek işleri on yılda tamamladı."

Gerrad Tongas (Yazar)

          "Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet adamları; O'nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş felaketinin içine sürüklemişlerdir."

Sanerwin Gazetesi

          "Atatürk, bir milleti, birkaç yılda asrileştirmek mucizesini göstermiştir."

Paris-Le Temps

          Yeni Türk Devleti ile Ankara Antlaşması'nın imzalanması nedeniyle; "Bizi arkadan vurdu, dağ başındaki haydutlarla, Mustafa Kemallerle anlaştı" diyenlere Fransız Başbakanının Mecliste verdiği cevap: "Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz kahraman Mustafa Kemal ve O'nun tüm askerleri burada olsalardı teker teker hepsinin heykellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir antlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum."

Fransız Başbakanı Briand

          "Sırasıyla ihtilalcı ve asi, sonradan muzaffer bir kumandan olan "Türklerin babası" Yeni Türkiye' yi yarattı, sultanları kovdu, kadınlara hürriyet verdi fesi kaldırdı, ülkesinde radikal bir inkılap yaptı."

Paris-Soir' den

          "Denilebilir ki onsuz, İslam alemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti."

Berthe Georges-Gaulis

          "O, yüce bir dağa benzer. Eteğinde yaşayanlar bu yüceliği fark edemezler. Bu dağın azametini kavrayabilmek için, Ona çok uzaklardan bakmak gerekir."

Claude Farrer

          "Türkiye tarihi, bugün her zamandan çok Batı ve Avrupa tarihinden ayrılmaz bir haldedir ve Atatürk' ün bu yöndeki gayretleri sonuçsuz kalmamıştır. Memleketlerimiz arasındaki yüzyılları aşan dostluk, bu gelişmenin temel öğelerinden biridir."

Charles De Gaulle

          "Kemal Atatürk' ün karakterinin bir cephesini göstermek itibariyle bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. Birdenbire durdu: Görüyorsunuz ya, dedi: birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum. Cesaret ve zekasından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle bir Şef' in, yurdu için mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?"

George Bennes, Vu Gazetesi-1938

          "Devrin yüksek şahsiyetleri kitaplarda, konferanslarda Türkiye'nin asla değişmeyeceğini ve değişmeden öleceğini ilan etmişlerdi. Halbuki ölmeden değişti. Hem de kökünden ve baştan aşağı değişti. İnançlar, gelenekler, yöntemler yıkıldı. Son döküntülerini de yabancı zırhlıları ve kapitülasyonlar gibi memleketten sürüp attılar. Türkiye, ruhunu değiştirmişti. Tamamen ve tasavvur edilmesi mümkün olduğu kadar."

Raymond Cartier, Le Nouvelliste Gazetesi

İngiltere
          "Savaş sonrasının en ileri gelen devlet adamlarından biri. Kendi başına bir klas oluşturuyordu ve hemen her açıdan tekti."
The Fortnightly, Londra

          "Avrupa, savaştan sonra belirmiş az sayıdaki yapıcı devlet adamlarından birini kaybetti."

Spectator

          "Çağımızda hiçbir isim Atatürk'ün adı kadar büyük saygı yaratmamıştır."

Observer

          "İngiltere önce, cesur ve asil bir düşman, sonra da sadık bir dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır."

Sunday Times

          "O, benzeri olmayan bir devlet adamı idi. Diktatörlerin tahammül edemediği serbest bir nizamla, başaramadığı ve başaramayacağı işler yapmıştır. Tarihte böyle adamlar devirlerine kendi adlarını vermişlerdir."

Word Price

          "O, Türkiye'nin önceki kuşaklarından hiçbirine nasip olmayan özgürlük ve güven dolu bir hayat sağladı. Başarıları, Türkiye'nin Avrupa devleti olmasını sağladı, yakın doğunun tarihini değiştirdi."

Times Gazetesi

          "Savaş Türkiye'yi kurtaran, Savaştan sonra da Türk Milletini yeniden dirilten Atatürk' ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de büyük kayıptır. Her sınıf halkın O'nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahraman ve modern Türkiye'nin Ata' sına değer bir görünümden başka bir şey değildir."

Winston Churchill (İngiltere Başbakanı)

          "Atatürk, Türk Milleti'nin ruhunda Türk Bayrağı gibi dalgalanan bir baştı."

Daily Telegraph

          "Cumhuriyet Türkiye' sinin Devlet Başkanı Kemal Atatürk, diğer önderlerde görmeye alışmadığımız şu değerli nitelikleri kişiliğinde toplamış bulunuyor: alçak gönüllülük, yeterlik ve başarı."

The Truth Dergisi

          "O genç ve dahi Türk Şefi'nin o esnada Çanakkale de bulunması, müttefikler bakımından tarihin en acı darbelerinden biridir."

Alan Moorehead (Yazar)

          "Atatürk, eskimiş bilimlerle boş yere kafasını yormamış olduğundan daha taze ve cesur düşünen bir önderdir. Kendisi için, bugünkü Avrupa'nın en güçlü Devlet Adamıdır diyebileceğimiz Atatürk, hiç şüphesiz devlet adamlarının en cesur ve orijinalidir."

Herbert Sideabotham (Yazar)

          "Herhangi bir olayı derinliğiyle kavramak, çıkar yolu görüp birdenbire harekete geçmek iktidarı, O'nun eşsiz otoritesinin başlıca kaynaklarından biridir."

Grace Ellison (Gazeteci)

Afganistan
          "O büyük insan yalnız Türkiye için değil, bütün doğu milletleri için de en büyük önderdi."
Emanullah Han, Afgan Kralı

Arnavutluk
          "Bu Türk Milleti yastadır. Çünkü yeni Türkiye'nin yaratıcısı olan eşsiz şefini kaybetmiştir."
Stipsi Gazetesi

Avusturya
          "Büyük düşüncelerin adamı, bir devlet mimarıydı."
Neue Freie Presse, Viyana

          "Atatürk öyle bir insandır ki, hayali değildir. İstediğini bilir, bildiğini yapar, yapamayacağı bir şeyi de istemez."

Avusturyalı Heykelci Krippel

Belçika
          "Atatürk, yirminci asrın en büyük gerçeğini yaratan adamdır."
Kopenhag-Nasyonal Tidende

          "Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk'tür."

Libre Belgique gazetesi

Bulgaristan
          "Hiçbir memleket, yeni Türkiye'nin Ata' sı tarafından başarılan kadar güçlü, hızlı ve kökten bir yenilik hamlesine erişmemiştir."
Bulgar Dness Gazetesi

Çin
          "Mustafa Kemal yeni Türkiye'nin kalbidir. Eski, yıpranmış bir toplumdan yepyeni, güçlü bir millet yaratmış, eşsiz kişiliğiyle kendini herkese saydırmış, enerjisiyle herkesi kendine inandırmıştır."
Ma Shao-Cheng (Yazar)

Danimarka
          "Atatürk, şahsiyet ve yeteneğin dev gibi bir simgesi idi, O, yirminci yüzyılın en görkemli olayını yaratan adamdı."
National Tidence Gazetesi

Finlandiya
          "Atatürk, olağanüstü nitelikte bir devlet adamı, savaş sonrası dünya tarihinin en önemli simalarından biri idi."
Hufvud Stadbladet Gazetesi

Hindistan
          "Dünyanın yetiştirdiği en büyük insanlardan biri."
Star of India

          "Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletlerin önderiydi. O'nun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk."

Bayan Sucheta Kripalani (Hint Parlamento Heyeti Başkanı)

İran
          "Atatürk gibi insanlar bir nesil için doğmadıkları gibi belli bir devre için de doğmazlar. Onlar önderlikleriyle yüzyıllarca milletlerin tarihinde hüküm sürecek insanlardır."
Tahran Gazetesi

          "Atatürk yalnız kahraman milletinin büyük bir Şef'i olmakla kalmamıştır. O, aynı zamanda insanlığın da en büyük evladı olmuştur."

İran Gazetesi

İsrail
          "Dünya, çağımızın en dikkati çekici adamlarından birini kaybetti."
Palestine Post

          "Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılapçı olmuştur."

Ben Gurion (İsrail Başbakanı, 1963)

İsveç
          "O olmasaydı modern Türkiye olmazdı. O'nun sayesinde Türkler, O'nun olağanüstü eserini izleyebilecekler ve zaten dünyaca pek yüksek olan onurlarını daha fazla yükseltebileceklerdir."
Nya Dagligt Gazetesi

İsviçre
          "Türkiye' yi yaratan, tarihimizin bu en Büyük Adam'ını başımı en derin hürmetle eğerek selamlarım."
Profesör Morrf

          "Yalnız bir asker değil, aynı zamanda yüzyılımızın bir daha göremeyeceği bir dahi idi."

Profesör Sekretan

İtalya
          "Hayatının sonuna kadar milletinin mutlak güveni ile kurduğu devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi görülmemiş bir karakter örneğidir."
C.C.Sforza

          "Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz sezişi ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri değil, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı."

F.Perrone Di San Martino (Yazar)

          "Atatürk'ün ölümü ile Yakın Doğu'nun gelişmesine birinci derecede etken olan son derece kuvvetli bir şahsiyet kaybolmuştur."

Tribuna Gazetesi

Japonya
          "Şaşırtıcı ve çekici bir kişi. Asker olarak büyük, fakat devlet adamı olarak daha büyük."
Japon Times

          "Yüzyıldan beri Küçük Asya'nın çıkardığı en büyük lider."

The Japon Chronicle

Lübnan
          "Büyük adamlar, kuşaklarının başındadır. Türk Milleti'nin başındaki büyük ve dahi Atatürk, politika ve savaş alanlarında yılmayan büyük ve yurtsever bir insandı."
Kerama (Lübnan Başbakanı, 10 Kasım 1963)

          "Kelimenin tam anlamıyla bir yapıcı ve yaratıcı olan Atatürk, dünya haritasında memleketine yepyeni bir sınır çizmiştir."

Loryan Gazetesi (1938)

          "Atatürk, dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. O, bütün bir tarihin seyrini değiştirmiştir."

Ennehar Gazetesi (1938)

          "Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir."

An Nahar

Macaristan
          "Yüzyılımızda, "olmayacak hiçbir şey yoktur" şeklindeki tarihi gerçeği ispatlayan ilk adam olmuştur."
Esti Ujsag

          "Dünya, bu savaş ve barış kahramanı büyük adamın ölümü ile yoksul düşmüştür."

Pester lioyd Gazetesi

          "Türkiye'yi bir arı kovanına ve bütün Türkleri de bal aramağa çıkmış çalışkan arılara benzetiyorum. Nasıl arılar beylerinin etrafında toplanıp çalışırlarsa bütün Türk Milleti bu gün büyük dahi Mustafa Kemal etrafında toplanmışlardır."

Prof. M. Zaajti Franes

Mısır

          "Çağının, belki de tüm tarihin en olağanüstü kişilerinden biri."

Egyptian Gazete

Norveç
          "Atatürk, tarihte, memleketinin en büyük adamlarından biri olarak kalacaktır."
Le Morgen Bladet Gazetesi

Pakistan
          "Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük adamlarından biri değildir. Biz Pakistan'da, Onu geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz. Askeri bir deha, doğuştan bir lider ve büyük bir yurtsever."
Eyüp Han (Pakistan Cumhurbaşkanı)

          "Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O' nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik."

İkbal (Şair)

Polonya
          "O'nun yaratıcı ruhunun ve ateşli yurtseverliğinin harekete geçmemiş olduğu hiçbir alan yoktur."
Gazeta Polska

Romanya
          "Atatürk, tarihte teşkilatçı bir dahi, bir milletin harikalar yaratan yöneticisi ve memleketinin kurtarıcısı olarak kalacaktır."
Independence Romaine Gazetesi (12 Kasım 1938)

          "Bir milleti, uçurumun kenarından sarsılmaz azmiyle kurtaran, kuvvetlendiren, yükselten yöneticiler arasında Atatürk, en birincisidir."

Timpul Gazetesi (12 Kasım 1938)

S.S.C.B.
          "Şöhreti bütün cihana yayılmış olan tecrübeli başkanın yönetimi herkesin sevgi ve saygısını çeken büyük Türk Milleti'nin milli bağımsızlığını devamlı bir başarı ile kuvvetlendirmiş ve yeni milli yapısını yaratmıştır."
S.S.C.B. Başbakanı Kalinin

Suriye
          "Vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak devlet gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimesinin bütün anlamıyla bir insan, eşsiz bir dahi, kahraman bir asker ve siyaset adamı idi."
Elifba Gazetesi

          "Atatürk'ün başardığı işler mucize ve harika kabilindedir. Birkaç yıl içinde memleketinde yaptığı inkılaplar, birkaç yüzyılda gerçekleştirilmeyecek işlerdir."

El Tekaddum Gazetesi

Yugoslavya
          "Atatürk'ün dehası, tarihte Türk Milleti'nin taşıdığı ruhun faziletine en yüksek örneklerinden birini teşkil edecektir."
Branko Aczemovic (Elçi)

          "Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamının ismini hak edecektir. Atatürk bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekası ve kudreti kendisini yendiği alın yazısının önüne getirmiş, böylece yeni Türkiye'nin yaratıcısı olmuştur."

Politika Gazetesi

Yunanistan
          "Türkiye, dost ve düşmanlarının hayran olduğu bir deha adama, malik bulunmak bahtiyarlığına erişmiştir."

Katimerini

Atatürk'ün Türk Tanımı

Atatürk'ün; kurşun kalemle, iki küçük not kâğıdı üzerine sığdırdığı Türk tanımı. Bu tanımı Atatürk, manevî kızlarından Afet İnan'ın yardım isteği üzerine hemen yazıvermiştir.
          Afet İnan; öğretmeni olan İsviçreli antropolog Profesör Eugène Pittard'ın, kendisine doktora tezi olarak verdiği "Türk Milleti’nin Özellikleri" konusunda Atatürk'ten yardım istemiştir. Atatürk; Afet İnan'ın önce kendi görüşlerini yazmasını istemiş, daha sonra fikrini belirteceğini söylemiştir.
          Afet inan, uzun bir çalışma hazırlamış ve Atatürk'e sunmuştur. Bu tanımı çok uzun bulan Atatürk, "Önce sana milletimizi anlatayım" diyerek, kısa ve öz ifadelerle kendi Türk tanımını, elinin altında bulduğu iki küçük not kâğıdı üzerine karalayıvermiştir.

          "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en aşağı 7 bin senelik Türk Beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."

Atatürk'ün Büyüklük Tanımı

  "Büyük olmak için kimseye iltifat etmeyeceksin, kimseyi üstün görmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, ülke için gerçek idealin ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes sana karşı çıkacaktır; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır; önüne sonsuz engeller yığacaklardır, fakat sen bunlara dayanıklı olacaksın. Kendini büyük değil, küçük, bir hiç sayarak, kimseden yardım görmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Bütün bunlardan sonra da sana "büyük" derlerse söyleyenlere gülüp geçeceksin."

Atatürk'ün Balıkesir Hutbesi

Balıkesir Hutbesi, Mustafa Kemal'in 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir'deki Zağnos Paşa Camii'ndeki ünlü konuşmasıdır.
          "Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur'an'da ki mânası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır.
          Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevap kazanacağımı ümit ediyorum.
          Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir.

          Efendiler, hutbe demek topluma hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber'in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır, o günün askeri, idâri, mâli ve siyasi, sosyal konularıdır. İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber'in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı. O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir nutukta demiştim ki "Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur." Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır."

Atatürk'ün Bursa Nutku

 Şubat 1933'ün ilk günlerinde Bursa Ulucami'de toplanan 100 kadar irticacı kişi camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır. Atatürk olayın hemen ardından Bursa'ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte akşam yemeği yenildiği sırada bir kişi Atatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur: "Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıtaya ve adliyeye olan güveninden ötürü...". Atatürk hemen konuşmakta olan kişinin sözünü keser ve günümüzde "Bursa Nutku" diye anılan konuşmayı yapar.

          "Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

          Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek".

          Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

          İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

Atatürk'ün 10.Yıl Nutku

Türk Milleti!

          Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Bu anda büyük Türk milletinin bir bireyi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve coşkunluğu içindeyim.


          Yurttaşlarım!

          Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki başarıyı, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimle yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla yeterli göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunluluğunda ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş yüzyılların gevşetici zihniyetine göre değil, çağımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da başarılı olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet bilimdir.

          Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihsel bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusuna ara vermeden ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek milli ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün insanlığa gerçek huzurun sağlanması yolunda, kendine düşen uygarca vazifeyi yapmakta başarılı kılacaktır.


          Büyük Türk Milleti!

          On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde başarı vaat eden çok sözlerimi işittin. Mutluyum ki, bu sözlerimin, hiçbirinde, milletimin, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı inanç ve kesinlikle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonraki gelişmesi ile, geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.



          Türk Milleti!

          Sonsuzluğa akıp giden her on yılda, bu büyük milli bayramını daha büyük onurla, mutluluklarla, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

          Ne mutlu Türk'üm diyene!

Atatürk'ün Türklük Üzerine Sözleri

- Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.
- Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım.
- Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir.
- Benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.
- Benim naçiz vücudum bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen payidar kalacaktır.
- Bir Türk dünyaya bedeldir.
- Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.
- Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.
- Bu millet bağımsızlıktan yoksun yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.
- Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır.
- Efendiler biz hayat ve istiklal isteyen bir milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı yok etmeyi göze alırız.
- Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.
- Ey Türk gençliği! Birinci vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini ilelebet korumak ve müdafaa etmektir. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
- Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedi olduğunu göstermelidir.
- Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum.
- Milletin sevgisi kadar büyük mükafat yoktur.
- Ne mutlu Türk'üm diyene!
- Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
- Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
- Türk! Öğün! Çalış! Güven!..
- Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.
- Türk kuvvet ve zekasının yenmediği ve yenemeyeceği güçlük yoktur.

Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

         Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

         Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!

Atatürk'ün Devrimleri

Mustafa Kemal Atatürk tarafından öncülük edilen, TBMM'nin açılmasından sonra 1922'de saltanatın kaldırılması ile 1937'e kadar devam eden ve sonucunda teokratik ve çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu'nun laik, demokratik, ulus devlet Türkiye'ye dönüşmesiyle sonuçlanan devrimlerin tümü. Bu devrimler toplumsal, kültürel, hukuksal ve ekonomik bir dizi düzenlemelerdir.

Siyasal Devrimler

          - Ankara'nın başkent olması (13 Ekim 1923)
          - Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923)
          - Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1923)
          - Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)
          - Türkiye'nin yeniden idari teşkilatlanması (1924, 1930)
          - Çok partili rejim denemeleri (Serbest Cumhuriyet Fırkası, 1930)


Toplumsal ve Sosyal Alanda Yapılan Devrimler

          - Şapka ve kıyafet devrimi (Şapka Kanunu, 28 Kasım 1925)
          - Tarikatların kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması (30 Kasım 1925)
          - Uluslararası takvim ve saatin kabulü (26 Aralık 1925)
          - Uluslararası rakamların kabulü (20 Mayıs 1928)
          - Ölçülerde değişiklik (26 Mart 1931)
          - Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması (1934)
          - Soyadı kanunu (21 Haziran 1934)
          - Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)
          - Milli bayramlar ve genel tatiller (27 Mayıs 1935)


Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler

          - Öğretimin birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat kanunu) (3 Mart 1924)
          - Medreselerin kapatılması (1926)
          - Maarif teşkilatı hakkında kanun (1926)
          - Harf devrimi (1 Kasım 1928)
          - Güzel sanatlarda yenilikler (1928)
          - Türk Tarih Kurumu'nun kurulması (15 Nisan 1931)
          - Türk Dil Kurumu'nun kurulması (12 Temmuz 1932)
          - Üniversite reformu (1933)
          - Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)


Ekonomi Alanında Devrimler

          - İzmir iktisat kongresi (1923)
          - Aşar (Öşür) vergisinin kaldırılması (17 Şubat 1925)
          - Çiftçinin özendirilmesi (1925)
          - Örnek çiftliklerin kurulması (1925)
          - Tarım kredi kooperatiflerinin kurulması (1925)
          - Kabotaj kanunu (1 Temmuz 1926)
          - Sanayi teşvik kanunu (28 Mayıs 1927)
          - Toprak reformu (1929)
          - I. Kalkınma planı (1933)
          - Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün kurulması (1935)
          - Ticaret ve sanayi odalarının kurulması (1935)
          - II. Kalkınma planı (1937)



Hukuksal Devrimler

          - Yeni Anayasanın kabulü (1924)
          - Şer'iyye mahkemelerinin kapatılması (1924)
          - Mecellenin kaldırılması (1926)
          - Medeni kanun (1926)
          - Türk Ceza Kanunu (1926)

Atatürk'ün İlkeleri

1) Cumhuriyetçilik
          Cumhuriyet bir devlet biçimidir. Cumhuriyette esas olan ilk öge, devlet başkanının belli bir süre için seçilerek iş başına gelmesidir. Bu bakımdan cumhuriyet, başta bir hükümdarın bulunduğu devlet biçimlerinden (monarşilerden) ayrılır. Monarşilerde devletin başı, belli bir aile içinden çıkar, normal koşullar altında, ölünceye kadar iş başında kalır. Yerine gene aynı aileden bir başkası gelir. Her monarşide, aile içinden kimin hükümdar olacağı belli bazı kurallara göre saptanır. Cumhuriyette devlet başkanı belli bir süre içinde seçimle iş başına gelince, ileri gelen diğer kişilerin de seçimle belirlenmesi gerekir. Bunlar genellikle o toplumda yasa koyacak kimselerdir.

          Gerek devlet başkanının, gerek yasa koyma yetkisine sahip olanların seçimle iş başına gelmesi şartının kabulü ile cumhuriyet tam anlamıyla belirmiş sayılmaz. Şimdi sorun seçim üzerinde düğümlenecektir. Seçime kimler katılacaktır? Belli bir grup vatandaşa seçme ve seçilme hakkı verilirse belki dış görünüşü bakımından bir cumhuriyetle karşılaşılır. Böyle cumhuriyetler ilkçağ Yunan kent devletlerinde, bazı ortaçağ İtalyan ve Alman bölgelerinde (Venedik, Ceneviz cumhuriyetleri, Hansa kentleri gibi) görülmüştür. Bu tür eski cumhuriyetlerde seçime katılma hakkı sadece belli bir grup vatandaşa verilmişti. Onlar, yaptıkları seçimle iş başına gelen kadroya dayanarak tüm toplumu yönetiyorlardı. Bugünkü anlayışımıza göre bu tür cumhuriyetler amaca uygun birer rejim değillerdir. Onlara aristokratik veya oligarşik cumhuriyetler denilir.

          Demek ki, cumhuriyet biçiminin amaca uygun olarak gerçekleşmesi için, belli bir olgunluk yaşına gelmiş her vatandaşın seçime katılması gerektir. Bu anlamıyla cumhuriyetler Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulması ile doğmaya ve ancak büyük Fransız inkılâbından sonra yayılmaya başlamıştır. Gerçi ünlü düşünürler cumhuriyeti çok önceden kafalarında kurmuş ve tanımlamışlardır. Ancak uygulama XIX. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkmıştır. Seçme ve seçilme hakkının tüm vatandaşlara tanınması ve uygulamaya geçilmesiyle gerçek cumhuriyet kurulmuş ve işlemeye başlamıştır. Ancak bu devlet biçimini daha iyi ve köklü olarak yaşatmak, seçimin demokrasi şartlan içinde yapılması ile mümkündür. Yukarıda demokrasinin tanımı görülmüştü, işte gerçek cumhuriyet demokratik hayatla gerçekleşir.

          Osmanlı İmparatorluğu, bir cumhuriyet değildi. Padişahlar Osmanlı ailesi içinden çıkarlardı. Devleti ve milleti yönetme yetkisi kesinlikle padişahındı. Gerçi meşrutiyet döneminde halkın oyu ile seçilmiş meclisler vardı. Ancak bu meclisler padişahın üstünde değildi, tersine, padişah bunların, yani millet isteğinin üzerinde idi. Son karar, son söz kesinlikle padişahındı.

          Bu yönetim biçiminin sakıncalarını yaşanılan türlü olaylar göstermiştir. Atatürk, cumhuriyet ilanı ile devlet içinde karar verecek en yetkili ve son makam olarak milletin tanındığını belirtmiştir.

          Atatürk, bir cumhuriyet aşığı idi. Daha kimse bu kelimeyi ağzına alamazken, genç Mustafa Kemal, padişahlık rejimine karşı çekinmeden saltanatın kaldırılıp cumhuriyetin kurulması gereğini söyleyebiliyordu. Hele milli mücadeleye başlarken bunu açıkça belirtmişti. Erzurum Kongresi'nin açılacağı günlerde yakın arkadaşlarına cumhuriyetin kurulacağını anlatıyordu. Nihayet bilinen aşamalardan sonra cumhuriyet rejimine kavuştuk. Kişisel saltanata son verildi.

          Atatürk, cumhuriyeti demokrasi içinde işleyen en ideal bir rejim olarak görmektedir. O şöyle söylüyor: "Demokrasinin bütün anlamıyla ideali, milletin tamamının aynı zamanda yöneten durumda bulunabilmesi, hiç olmazsa devletin son iradesini yalnız milletin ifade etmesini ve belirtmesini ister. Ne yazık ki, milletlerin nüfus çokluğu, düşünce eğitimi düzeyleri, idealin uygulanmasında, idealden büsbütün yoksunluğa yol açacak ihtiyatsızlıklardan kaçınmayı gerektirmektedir. Şu duruma göre demokrasi ilkesinin en modern ve mantıksal uygulamasını sağlayan hükümet biçimi, cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz, milletçe seçilmiş meclisindir. Millet adına kanunları o yapar. Hükümete güven oyu verir, ya da vermez, onu düşürür. Millet, vekillerinden hoşnut kalmazsa başkalarını seçer. Cumhuriyette meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet bilirler ki, kendilerini iktidar ve yetki yerine belli bir zaman için getiren, irade ve egemenliğin sahibi olan millettir. Gücünün ve yetkisinin Tanrıdan geldiğini ve yalnız ona karşı ahirette hesap verebileceğini varsayan ve devleti, ülkeyi kendine mirasla kalmış bir malikane kabul eden bir hükümdar, kendini her türlü sınırlamadan uzak görür. Böyle bir yönetimde milletin benliği, özgürlüğü söz konusu dahi olamaz. Şu duruma göre, yetkileri sınırlı dahi olsa, hükümdarlık biçimi demokrasiye, milli egemenlik ilkesine uygun değildir".

          Pek iyi anlaşılıyor ki, Atatürk, halkın kendini doğrudan doğruya yönetmesi demek olan demokrasiyi en ideal devlet biçimi kabul etmektedir. Ancak bütün bilginlerin de söyledikleri gibi, halk kendini doğrudan doğruya yönetemez, çünkü bugün milyonlarca kişinin bir araya gelerek her zaman devlet işlerini yürütmeleri mümkün değildir. Öyle ise demokrasiyi gerçekleştirmek ancak cumhuriyetle mümkündür. Cumhuriyette millet, yöneticileri belirli bir zaman için seçer, belli bir süre geçince, hoşnut kalmamışsa, onları görevden uzaklaştırır, işte cumhuriyet demokrasisi budur. Bu rejimin kişisel saltanattan çok daha iyi olduğu kuşkusuzdur.

          Atatürk, belli kişilerin seçimle iş başına gelip, bir daha iktidardan ayrılmaması demek olan Faşizm ile, milletin tümüne değil de, sadece birkaç tabakaya dayanarak millet egemenliğini reddeden Bolşevizm'e karşı çok açık bir cephe almıştır. Her iki rejimin geliştiği bir dönemde millet egemenliğine dayalı cumhuriyete sıkı sıkıya bağlı kalması, yalnız bizim için değil, tüm insanlık için bir kıvanç kaynağıdır.

          Atatürk'e göre, "Türk Milleti'nin tabiatına ve geleneklerine en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir." Atatürk, demokrasinin Osmanlı saltanatı içinde yeşeremediğini açıkça görmüştür. Demokrasi ancak cumhuriyetle kökleşip gelişebilirdi. Bunun içindir ki, Türk inkılabının baş ilkeleri arasında cumhuriyetçilik sayılmıştır. Milletin kendi yönetimi olan cumhuriyete içten bağlılık, yücelme yolunu aşmanın baş şartıdır.


Atatürk'ün Cumhuriyetçilik ile ilgili bazı sözleri

          - "Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir." (1924)

          - "Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir." (1933)

          - "Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir." (1925)

          - "Bugünkü hükümetimizin, devlet teşkilatımızın doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır ki onun adı Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir." (1925)


2) Milliyetçilik

          Ait olduğu milletin varlığını sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer bireylerle birlikte çalışmaya, bu çalışmayı ve bilinci, diğer kuşaklara da yansıtmaya "milliyetçilik" denilir. Şu tanıma göre milliyetçiliğin en önemli öğesi "millet" olmaktır. Öyle ise millet nedir?

          Bir insan topluluğuna millet diyebilmek için bazı niteliklerin o toplumda olup olmadığı saptanmalıdır. Bazı anlayış biçimlerine göre, bir topluluğun millet sayılabilmesi için ırk birliği yeter. Bu eksik bir görüştür. Aynı ırktan olmadıkları halde bugün milletlikleri tartışılmaz topluluklar vardır, İsviçreliler ve Amerikalılar gibi. Bazılarına göre ise millet olmanın baş şartı aynı dili konuşabilmektir. Bu da her zaman doğru sayılamayacak bir görüştür. İsviçre'de üç ayrı dil konuşulur ama bütün İsviçreliler bir millettirler. Buna karşılık aynı dili konuşan pek çok Arap milleti vardır. Iraklılar ile Faslılar aynı dili konuştukları halde aralarında büyük farklar bulunur, ikisi de ayrı birer millet sayılabilirler.

          Kimileri de millet olmanın baş şartı olarak din birliğini kabul ederler. Kuşkusuzdur ki, artık bu da savunulamaz bir görüştür. Bugün dünyanın en büyük milletlerinden sayılan Japonların içinde çok çeşitli dinler vardır. Gene ayrı birer din gibi kabul edilebilecek Katoliklik ile Protestanlık Almanya'da, Amerika'da yan yana yaşamaktadır. Ama aynı dinden oldukları halde Müslümanlar hiçbir zaman tek millet sayılamamışlardır.

          Öyle ise sayılan bütün bu şartlar bir insan topluluğunun millet olmasına yetmemektedir. Aynı toprak parçası üstünde yaşayan insanların millet olması için ilk şart, ortak bir geçmişe, kader birliğine, ortak bir gelecek hedefine sahip olmaktır. Bu, en tutarlı ve geçerli görüştür. Milliyet bağı böylece maddi olmaktan çok manevi bir ilişkidir. Bu görüşü benimseyen Atatürk, milleti şöyle tanımlamaktadır: Bir insan topluluğunun millet sayılabilmesi için "zengin bir hatıra mirasına, birlikte yaşamak hususunda ortak istekte samimi olmaya, sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürebilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasına, gelecekte gerçekleştirilecek programın aynı olmasına, birlikte sevinmiş, birlikte aynı ümitleri beslemiş olmaya" ihtiyaç vardır, işte bu ana şartları taşıyan bir insan topluluğu millet sayılır. Gene Atatürk'e göre, bu şartların doğal sonucu, ortak milli bir düşünce, ideal ve en önemlisi ortak dilin ortaya çıkmasıdır. Gerçi dil birliği millet olmanın baş şartı değildir ama insanları düşünce, ruh ve kültür açısından birbirine bağlayan ana dilin, pek çok millette tek olduğunu da unutmamak gerekir.

          Görülüyor ki, Atatürk, Türk milletini ırk veya din esası üzerine oturtmamıştır. Zaten akılcı bir yaklaşımla buna imkan da yoktur. Özellikle Anadolu'daki Türk toplulukları başka ırklarla, yüzlerce yıldan beri kaynaşmış durumdadırlar. Anadolu'nun uygarlıkları birbirine bağlayan bir bağ olması bu sonucu doğurmuştur.

          Atatürk'ün millet anlayışı akılcı ve insancıldır. Atatürk'e göre bir milleti başka milletlerden ayıran nitelikler vardır. Her millet kendi yetenekleri, kültürü ve imkanları çerçevesinde kendini diğerlerine kabul ettirmek ve mutlu yaşamak zorundadır, işte bir milletin bireylerinin bu biçimdeki davranışları milliyetçiliktir. Türk milliyetçiliğinin amacı, Türk'ün her alanda yükselmesi, yücelmesidir.

          Atatürk'e göre, "asıl olan millettir, ilham ve güç kaynağı milletin kendisidir. Bir millet için mutluluk olan bir şey, diğer bir millet için felaket olabilir. Aynı sebepler ve şartlar birini mutlu ettiği halde, diğerlerini mutsuz kılabilir", öyle ise, her millet akıl ve bilim yolu ile yalnız kendi değerlerini ve çıkarlarını bulmalıdır. "Türk milliyetçisi, gelişme ve ilerleme yolunda ve uluslararası ilişkilerde bütün çağdaş milletlere paralel olarak, onlarla bir uyum içinde yürüyecektir. Ama bunu yaparken Türk milletinin özelliklerini, bağımsız kişiliğini koruyacaktır. Türk milliyetçisi diğer milletlerin hakkına, bağımsızlığına saygı gösterecektir. Ancak böylelikle diğer milletlerden de saygı görecektir. Kimsenin yurdunda gözümüz yoktur. Çünkü her milletin yurdu kutsaldır. Türk, büyük gücünü ancak haklarına saldırı olduğu zaman kullanacaktır".

          Atatürk, bütün milletlere saygı duyar, ama onların hepsinin üstünde Türk'ü görür. Ona göre, "Dünya yüzünde Türk'ten daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir". Atatürk, tarih alanındaki olağanüstü çalışmalarıyla Türk'ün geçmişini aydınlatarak bu görüşe erişmiştir. Böylesine üstün bir milletin yurdu da kutsaldır. Vatan sevgisi, milliyetçiliğin önde gelen öğelerindendir; "Vatanımız, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını sürdüren eserleri ile bugünkü yurttur. Vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez ve bütündür".

          Mademki vatan kutsaldır ve bir bütündür, öyle ise "Memleketi doğu ve batı diye ikiye ayırmak doğru değildir". Çünkü yurdumuz kutsaldır. "Yurt toprağı, sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen, Türk milletini ebedi hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın".

          Atatürk'ün Türk milliyetçiliği üzerinde bu kadar çok durmasının derin sebepleri vardır. Bu sebepler de gene tarihten kaynaklanmaktadır.Türklerin dünya tarihine ve uygarlıklara yaptığı üstün hizmetler bilinmektedir. Ama ne yazık ki, Türklerin kurduğu en büyük, en görkemli devletlerden Osmanlı İmparatorluğu'nun yapısı, tam bir milliyetçilik anlayışının doğmasına imkan vermemiştir.

          Osmanlı İmparatorluğu'nda her bakımdan birbirinden farklı çok çeşitli uluslar yaşardı. Bunu biliyoruz. XVIII. yüzyıl sonlarına kadar dünyada milliyet ilkesi pek bilinmiyordu. Gerçi devletler kuran milletler, kendi yaşama biçimlerini, kültürlerini, anlayışlarını geliştiriyor, dillerini kullanıyorlardı, bağımsızlıklarını koruyorlardı. Ancak bunları belli bir millete bağlı olma bilinci içinde değil, belki toplumsal bir zorunluluk olarak yapıyorlardı. Millete benlik veren milliyetçilik değil, din idi. Her millet mensup olduğu dinin buyruklarına ve kalıplarına uyarak yaşıyordu.

          XVII. yüzyıldan itibaren Batı'da iyice güçlenen akılcılık, aynı zamanda milliyetçiliği doğurmuştur. Batıda, çeşitli milletlere mensup olan düşünürler, her milletin diğerinden farklı olduğunu görmüşler, insanları dinin değil, milliyetin ilk planda birbirine bağlamasının akla uygun olduğunu anlamışlardır. Böylece milliyetçilik Batı'da gelişerek siyasal hayata girdi. XVIII. yüzyıl sonunda çıkan Fransız İhtilali ve onu izleyen büyük inkılapla, milli devlet ve dolayısıyla milliyetçilik hızla bütün dünyaya yayılmaya başladı.

          Özellikle çok uluslu devletler için milliyetçilik akımı bir felaketti. Milliyetçilik akımının çok uluslu bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu için önem taşıdı, imparatorluk sınırları içinde yaşayan ve Türk olmayan çeşitli uluslar bağımsızlık isteği ile ayaklandılar. Osmanlı devlet adamları buna karşı bir çare aradılar: Din ayrımını kaldırarak ülkede yaşayan herkesi "Osmanlı" ilan ettiler. Ama bu kesin bir çözüm yolu değildi. Milliyetçilik bir büyük akımdı ve bu hareketi böyle bir davranışla önlemek mümkün değildi. Nitekim ülkede yaşayan uluslar birer ikişer ayaklanarak Osmanlı yönetiminden kopuyor, kendi milli devletlerini kurarak bağımsızlıklarını ilan ediyorlardı.

          Bu durum karşısında bazı Türk düşünürleri milliyetçilik akımının önlenemeyeceğini anlamaya başladılar. Şimdi yapılması gerekli olan, elde kalan ve üzerlerinde Türklerin yaşadığı vatan topraklarım, yeni milli devletlerin sataşmalarından kurtarmaktı. Hiç değilse bundan sonra Türk, vatanına sahip çıkmalıydı. Böylece, imparatorluk sınırları içinde yaşayan çeşitli milletler arasında en son, Türklerin milliyetçilik anlayışı doğmuştur. Bu da XX. yüzyıl başlarına denk düşmektedir.

          Türk milliyetçiliği doğarken, yalnız Türklerin değil, bütün Müslümanların tek millet olması gereğini ileri sürenler de çıktı. Ama Müslüman Osmanlı vatandaşı olan Arapların Birinci Dünya Savaşı’nda, Hıristiyan düşmanlarımızla iş birliği yaparak bizi arkadan vurmaları, milletin dine dayandırılamayacağını çok açık ve acı biçimde göstermiştir.

          Atatürk, yeni Türk Devleti'ni kurduğu vakit durum bu idi. Bütün millete Türklüğünü anlatmak, göstermek, bu çok önemli konu üzerinde durmak gerekiyordu. Artık çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmıştı. Anadolu'da ve Doğu Trakya'da yalnız Türkler yaşıyordu. Atatürk, Lozan Konferansı’nda Türkiye'de yaşayan Rumları Yunanistan'a yollamayı başarmıştı. Engin ve büyük bir tarihe sahip olan Türkler, artık Türkiye'de en yüksek oranda çoğunlukta idiler. Milli devlet kurulabilirdi. Bu bölümün başında belirtildiği gibi, her millet kendi yücelmesini, kendi yetenekleriyle sağlar. Bunun için de katıksız bir milliyetçilik gereklidir.

          Atatürk, yaşadığı sürece hep Türk milliyetçiliğini geliştirmeye çalışmıştır. "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözü, milletimiz yaşadıkça anlamı yücelecek çok üstün bir görüşün simgesidir.


Atatürk'ün Milliyetçilik ile ilgili bazı sözleri

          - "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına, Türk milleti denir." (1930)

          - "Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır."  (1923)

          - "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de, o kadar kuvvetli olur." (1923)

          - "Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere saygı duyarız. Onların milliyetlerinin bütün gereklerini tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz her halde bencil ve gururlu bir milliyetperverlik değildir." (1920)


3) Halkçılık

          Bir milleti oluşturan, çeşitli mesleklerin ve toplumsal grupların içinde bulunan insanlara halk denir. Bu bakımdan halkçılık ilkesi hem cumhuriyetçilik, hem de milliyetçilik ilkelerinin zorunlu bir sonucudur.

          Atatürk'e göre millet ile halk aslında tek anlama gelmektedir. Halkçılık ise millet içindeki çeşitli insan gruplarının çıkarına ve yararına bir siyaset izlenmesi, halkın kendi kendini yönetmeye alıştırılmasıdır. Halkçılık, cumhuriyetçiliğin doğal bir sonucudur denildi ki, bu çok doğrudur. Cumhuriyet, halkın kendi yöneticilerini kendi içinden seçmesi anlamına gelmektedir. Böylece cumhuriyet rejimi, bir halk rejimi olmaktadır. Aynı biçimde, halkçılık, milliyetçiliğin de bir sonucudur. Millet halktan oluştuğuna göre, milliyetçilik, Türk halkının mutluluğu için çalışmak, ortak geçmişe ve geleceğe halkla birlikte bağlanmak demektir.

          Atatürk, daha TBMM açılır açılmaz, yeni kurulan devletin bir halk devleti olduğunu belirten pek çok konuşmalar yapmıştır. Artık halk, bir kişi tarafından yönetilmemekte, kendi kendini yönetmektedir. Halkçılık ilkesinin uygulanması ayrıca, toplumda hiç kimsenin diğerinden üstün olmamasının, kanun önünde kesin eşitliğin kabulü anlamına da gelmektedir. Gerçek halkçılıkta hiçbir toplumsal gruba, zümreye ayrıcalık tanınmaz. Halk her bakımdan birbirine eşit kimselerden oluşur.

          Bugün bazı rejimler halkı yalnız belli bir grup insandan ibaret saymaktadırlar. Bu rejimlerin adı olan halk cumhuriyeti yanıltıcıdır. Çünkü sadece belli bir grup halkın devleti anlamına gelmektedir. Gerçek budur. Ama Atatürkçü halk devletinin uzaktan yakından böyle bir anlam taşımadığı ve belirtmediği hemen söylenmelidir.

          Atatürkçü halk devleti, Türk halkının tümünü, yani Türk milletini kapsamına alır. Böyle bir halkçılık anlayışı, gerçek demokrasinin kurulması için gerekli olan ortamı en iyi biçimde hazırlar.


Atatürk'ün Halkçılık ile ilgili bazı sözleri
          - "İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir." (1921)

          - "Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum istemidir." (1921)

          - "Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil, fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek, esas prensiplerimizdendir." (1923)
 

4) Laiklik
          Türk ve yabancı bütün bilim adamları Atatürk inkılabının en önemli öğesi olarak laikliği kabul ederler. Gerçi Türk inkılabı, içinde taşıdığı ilkelerle bir bütündür. Ama bu bütünün dayandığı iki ana temel, milliyetçilik ve laiklik, öteki ilkeleri sağlamlaştırır.

          Laikliğin kısa tanımı, devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılmasıdır.

          Çok uzun bir zaman hemen hemen bütün insan toplulukları, dinlerin koyduğu esaslara göre yönetilmişlerdir. Çünkü insanların akıl ve bilim alanlarında olgunlaşması kolay olmamış, uzun bir zaman almıştır. Bu dönemde insanlar, kendi akıl ve iradeleri dışında kalan birtakım güçler tarafından yönetildiklerini kabul ederek rahatlamışlardır. Bu sebeple, devletlerle özdeşleyen dinler ve din adamları, giderek büyük ölçüde güçlenmiş, gelişen insan zekasının önüne engeller koyarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.

          Dinler, inanç kavramına dayanırlar, ister ilkel olsun, ister gelişmiş, her dinin temeli belli varlıklara ve olgulara tartışmadan inanmaktır, insanlar özellikle ölüm gibi en ürkütücü olay karşısında inanç dünyalarını zenginleştirmiş, dinsiz yaşayamaz duruma gelmişlerdir. İnsanoğlunun evren ve ölüm karşısındaki çaresizliği, zengin inanç sistemleri doğurmuştur. Bu çaresizliğe karşı tek sığınılacak yerin din oluşu, dinlerin insanları yönetmesi sonucunu vermiştir, ilk zamanlar için bu bir zorunluluktu. İnsanlar arasında düzen ve barışı sağlamak için dinin buyruklarına ihtiyaç vardı. Ölümsüzlüğe erişmek isteyen insanları, hayatta iyi davranışlara yönlendirmek için dinler hukuk kuralları da koydular ve bu kuralların uygulanmasına titizlik gösterdiler.

          Özellikle ileri dinlerin koyduğu baş hukuk kuralları, aynı zamanda evrensel ahlakı da yansıtır. Hiçbir din, insanlara erdemsiz yaşamayı, hırsızlığı, yalancılığı, zinayı, adam öldürmeyi buyurmaz. Tersine, bütün dinler ahlaklı ve erdemli yaşamayı buyururlar. Dinler arasındaki farklılıklar, Tanrı ve ibadet anlayışından kaynaklanmaktadır. Böylece her din, tek ve üstün gerçeği temsil ettiğini ileri sürdüğünden dinler arasında bir birlik görülmemektedir.

          Çok ileri ve üstün bir din olan İslamiyet, kısa sürede inanç sistemini birçok millete benimsetmiştîr. Hazreti Muhammed'in ölümünden sonra Müslümanlık hızla gelişti. Büyük İslam bilginleri, ilk çağın akılcı filozoflarını yeniden gün ışığına çıkardılar, öyle ki, Batılı bilginler bu filozofları Müslümanlardan öğrendiler. Müslümanlık bu akıl çağında büyük aşamalar yaptı. Tanrı'nın insanlara doğru yolu görmesi için akıl verdiğini söyleyen bilginler, İslam dininin ilerlemesinde büyük rol oynamışlardır. Onları destekleyen halifeler de çıkmıştır. Böylece Müslümanlık aşağı yukarı üç yüz yıl Tanrı'nın gösterdiği yolda gelişmiştir. Akla dayanan bu gelişme sırasında İslam Hukuku da günlük hayata uydurulmuştur. Ne yazık ki, bir süre sonra bu gelişme durdu, İslam dünyasında aklın yerini, tutucu ve durgun bir inanç kapladı. Bu görüşün sahipleri, akıl yolu ile değil, sadece inançla yaşamak gerektiğini savunuyorlardı. Bu görüş kısa sürede yaygınlaştı, İslam dini ve hukuku donup kaldı. Buna karşılık akıl yolunu Müslümanlardan öğrenen Batılılar, bu esasları geliştirmekteydiler.

          İşte Türkler Müslüman oldukları vakit, İslam dünyasında durgunluk başlamıştı. Türkler, üstün yetenekleriyle kısa sürede İslam dünyasına egemen oldular. Çok içten inandıkları Müslümanlığı Hıristiyanlara karşı korudular, İslamiyet'i Anadolu'ya ve Balkanlar'a yaydılar, ama onlar güçlerinin doruğunda iken Batı'da da akıl çağı başlamıştı. Büyük akılcılar, bir zamanlar Müslüman bilginlerin dedikleri gibi Tanrı'nın insanlara verdiği en büyük hazine olarak akılı gördüler. Böylece Batı'da bilim ve hukuk akla dayandırılmaya başladı. Burada hemen şunu belirtmekte yarar vardır: Bu büyük akılcı akıma karşı, orada da kilise direnmiştir. Ancak bu direnme yeni mezheplerin (Protestanlık) doğmasına yol açtı. Bu yüzden Hıristiyan dininin bir bütün olarak akılcılığa karşı durması imkanı kalmadı. Kilise giderek yenilikleri kabul etmeye başladı. Nihayet XVIII. yüzyıl sonunda çıkan Fransız İhtilali ile laiklik, devlet ve hukuk düzenine egemen oldu. Yani devlet, dinin etkisinden arıtıldı. Ama aynı zamanda din özgürlüğü de kabul edilerek, devletin vatandaşın vicdanına karışmayacağı, herkesin inancında serbest olduğu esası konuldu.

          Osmanlı İmparatorluğu'nun bu gelişmenin dışında kaldığını biliyoruz. Atatürk belki de İslamiyet'in parlak çağına dönüş yaparak, zamana ve akla uymayan, eskiyen hukuk kurallarını bir yana bırakarak devleti laikleştirmiştir. Ama İslamiyet'in inanç ve ibadete dayanan kurallarına hiç dokunmamıştır.

          Atatürk kesinlikle dinsiz değildi. Şu sözleri söyleyen Atatürk'ün dinsiz olduğu, laiklikle dinsizliği getirdiği söylenebilir mi?

          "Tanrı birdir, büyüktür. Bizim dinimiz en makul (akla uygun) ve tabii (doğal) bir dindir. Ve ancak bundan dolayı da son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması gerektir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur... Ey millet, Allah birdir, sanı büyüktür. Peygamberimiz, Efendimiz Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinin gerçeklerini bildirmeye memur ve elçi olmuştur... İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor. Bu sebeple en mükemmel dindir... Varlık dünyasının bütün kanunlarını yapan Cenab-ı Hak'tır... Dinime, gerçeğin kendisine nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum". Atatürk bunlar gibi daha birçok söz söylemiştir.

          Atatürk'ün akla uygun bir uygulama istediğini belirten şu sözleri, ne derin anlamlar taşımaktadır: "Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler modern olmayı kafir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannı (düşünce)dır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı; Müslümanların kafirlere tutsak olmasını istemek değil de nedir?"

          "Bizim dinimiz milletimize, düşkün, miskin ve hor görülmeyi tavsiye etmez. Tam tersi, Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şerefini korumalarını buyuruyor... Bizim dinimiz için herkesin elinde bir miyar (ölçüt) vardır. Bu miyar ile hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki, akla, mantığa, toplumun çıkarlarına uygundur, biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur, o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı, en mükemmel ve en son din olmazdı".

          Görülüyor ki, Atatürk bilgisiz ve çıkarcı kimselerin milleti din adına sömürmesine karşıdır. O, devlete, hukuka ve bilime can verecek kuralların akla, mantığa uygun olmasını istemektedir. Atatürk, daha 1927 yılında dinin siyaset aracı olarak kullanılmasından doğacak sakıncaları ve çıkar düşkünlerini şöyle anlatmıştır: "Masum halka beş vakit namazdan başka, geceleri de namaz kılmayı vaaz etmek ve öğütlemek, belki de ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vaki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?" Atatürk'ün yıllarca önce söylediği bu sözler ne kadar düşündürücüdür.

          Laiklik devletin temeli olunca, akla dayanan uygulamalarla millet zaman yitirmeden çalışma ve kalkınma imkanı bulur. Devlet vatandaşın inancına karışamaz; daha önce de belirtildiği gibi inançlar çeşitlidir. Herkesi bir doğrultuda inanca zorlamak olmaz. Bu her şeyden önce demokrasiye aykırıdır. Demokrasi, bir özgürlük rejimidir. Bu sebeple demokrasilerde devletin tek bir dini vatandaşlara benimsetmeye çalışması düşünülemez. Bu davranış demokrasi kavramına uymaz. Hem Kur'an "dinde zorlama yoktur" diyor. Bundan başka Kur'an ve Hazreti Muhammed devlet yönetiminde akla dayanılmasını isteyen pek çok buyruklar vermiştir.

          Demek ki, laiklik vatandaş inancının en sağlam güvencesi oluyor. İnanç özgürlüğü devletçe sağlanıyor. Herkes inancında ve ibadetinde serbesttir. Laikliği, resmi politikası dinsizlik olan rejimlerden kesinlikle ayrı tutmak gerekir. O tür rejimlerde devlet dine karşıdır. Vatandaşın dinsiz olarak yetişmesi için gereken her türlü tedbiri alır. Atatürkçü laiklikte ise, devlet işlerine karıştırılmaması koşulu ile tam bir din ve inanç özgürlüğü vardır.

          Türk Devleti aynı zamanda nüfusumuzun yüzde doksan beşinden fazlasının inanç sahibi Müslüman olduğu gerçeğini de görmüştür. Müslümanların inanç ve ibadet hizmetlerini devlet yüklenmiştir. Din eğitim ve öğretimi yapan kurumlar açılmış, buralarda Atatürkçü, aydın, akılcı, laik din adamları yetiştirmeye hız verilmiştir. Hiçbir dönemde Anadolu'da Cumhuriyet dönemindeki kadar cami yapılmamıştır.

          Türk milleti ve devleti varlığını ancak inanç özgürlüğü içinde, çağın gereği olan akıl ve bilim kavramlarının yolunda, insancıl bir laikliği benimseyerek sürdürebilir. Geriye dönüş mümkün değildir. Böyle bir tutum zamana ayak uyduramamak, çağın dışında kalmak olur.
 

Atatürk'ün Laiklik ile ilgili bazı sözleri

          - "Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir." (1930)

          - "Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir." (1930)

          - "Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz." (1926)
 

5) Devletçilik
          XX. yüzyılda dünya devletleri daha mutlu yaşamak imkanlarına kavuşmak için üretimi artırma gereğini duydular. Bunun için de başlıca üç yöntemin uygulanmasını öngördüler. Bunları kısaca gözden geçirelim:

          Liberal Ekonomi: Bu tür ekonomilerde üretim için gerekli olan sermaye, üretim etkinliği ve üretilen malların dağıtımı tümüyle bireylere bırakılmıştır. Liberal ekonomi görüşüne göre, ekonomik hayatın kendiliğinden işleyen yasaları vardır: Üretim, mallara olan isteğe bağlıdır, istek ise, üretimin az veya çok olmasını sağlar. Devlet bu kuralları yönlendirmeye karışmamalıdır. Devletin görevi yurdu savunmak, eğitim işlerini düzenlemek, adalet dağıtmak gibi alanlarda kalmalıdır. Devlet ekonomik hayata katılırsa az önce belirtilen denge bozulur. Gerekirse devlet, ancak büyük bunalımları gidermek için ekonomik hayata girmeli, bunalım geçince de gene çekilmelidir. Büyük ekonomik güce sahip olan kapitalist ülkeler, liberal görüşü uygulayarak bugüne kadar gelmişlerdir.

          Sosyalist Ekonomi: Bu tür görüşü uygulayan ülkelerde hem sermaye, hem üretim doğrudan doğruya devletçe sağlanır. Kişilerin üretim araçlarına sahip olmaları yasaktır. Devlet tüm sermayenin sahibidir. Bütün ekonomik hayat, devletin öngördüğü biçimde düzenlenir. Malların dağıtımını da devlet yapar. Bazı ülkeler temelde bu görüşü benimsemişlerdir.

          Ilımlı Ekonomik Sistemler: Dünyanın hızla değişen şartları hem liberalizmin, hem de Sosyalizmin katıksız bir biçimde işleyemeyeceğini göstermiştir. Bu bakımdan liberal rejimlerin bazılarında devlet, ekonomik hayata artan ölçüde girerken, sosyalist sistemde de yumuşamalar göze çarpmaktadır. Böylece her iki guruptan bazı ülkeler rejimlerinin temelini bozmadan önemli sistem değişikliklerine girmektedirler.

          Devletçilik: Atatürk ilkelerinin arasında bulunan devletçilik, bir ekonomi siyasetidir. Yukarıda anlatılan rejimlere benzemez.

          Devletçilik, temel anlamıyla devletin ekonomik hayatın içine girmesidir. Ama bu yapılırken sosyalist model benimsenemez. Elinde sermayesi olan vatandaşlar, birkaç alan dışında, diledikleri biçimde üretime katılabilirler. Devlet bunlara engel olmadığı gibi üstelik gereken tedbirleri alarak işlerini kolaylaştırır, kişileri üretim ve ticaret işine özendirir.

          Ancak bilindiği gibi, hızla sanayileşme cumhuriyetin ilk hedeflerindendi. Büyük temel sanayi kuruluşları yapmak için özel ellerde sermaye yoktu. Bu yüzden devletçilik doğdu. Devlet pek çok sanayi işletmesini kendisi kurdu, çalıştırdı ve geliştirdi. Bir yandan da uyguladığı para ve kredi politikası ile özel kişileri başıboş bırakmadı. Böylece devlet ile vatandaş, üretim işini birlikte düzenlediler. Bu işbirliği sonucu Türkiye örnek bir ülke durumuna gelmişti. Son araştırmalar, Türkiye'nin 1930 yılına kadar uyguladığı devletçilik siyaseti ile en hızlı kalkınan üç ülke arasına girdiğini göstermektedir. 1929 yılında, 100 olan Türkiye ve dünya sanayi üretim indeksi, 1939'da Türkiye'de 196'ya erişmiştir. Dünya ortalaması ise 119'dur. Bu gelişme tablosunda Türkiye'nin yeri, Rusya ve Japonya'dan sonra gelmektedir. Böylece 1927'de 1000 olan milli gelirimiz, hızlı nüfus artışına rağmen, 1939'da 1625'e yükselmiştir.

          Sermayesi olmayan, dışarıdan yardım almayan, kaynakları sınırlı, teknolojisi geri Türkiye'nin 1939 yılına kadar sağladığı bu gelişme Atatürk'ün akılcı ve milliyetçi görüşlerinin bir eseridir. O, özel girişimleri desteklerken, devleti de ekonomik hayata katmış, her iki alan birbirlerini tamamlamışlardır.

          İkinci Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine bu gelişme durdu. Savaş sonrasında ise devletçilik ilkesi yeniden ve amaca uygun biçimde işletilip ihtiyaçlara göre düzenlenmedi, politika aracı yapıldı. Bu yüzden özel alanla devlet alanı arasındaki denge bozuldu ve ekonomik hayata bir kargaşa geldi.

          Atatürk'ün baş ilkelerinden devletçilik, Türkiye'yi ekonomik bakımdan kalkındıracaktır, yeter ki gerektiği gibi uygulanabilsin.


Atatürk'ün Devletçilik ile ilgili bazı sözleri
          - "Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak." (1936)

          - "Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır." (1930)

          - "Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz, bununla beraber, hiç bir piyasa da başıboş değildir." (1937)


6) İnkılapçılık


          İnkılap, bir toplumun önemli kurumlarını kısa bir süre içinde değiştirip kendini yenileştirmesi atılımıdır. Tarihte önemli, büyük inkılaplar görülmüştür. Atatürk yönetimindeki Türk milleti de tarihteki en önemli inkılaplardan birini gerçekleştirmiştir.

          Bir toplumda durup dururken inkılap yapılmaz, inkılapların tarihten gelen büyük sebepleri vardır. Türkler bir zamanlar çağın önemli devletlerinden birini kurmuşlardı. Bu devlet yüzlerce yıl dünyanın sayılı güçlerinden biri olarak kaldı. Ama Batı'da gelişen akıl ve bilim çağına ayak uyduramadığı için geride kalmaya, güçsüzleşmeye başladı. Çok uluslu bir yapıda olduğundan milli bir birlik kuramadı. Devleti kurtarmak isteyenler, hep eski düzen ve belli kalıplar içinde değişiklikler yaptılar. Oysa yapıyı değiştirmek gerekti ve bu kaçınılmazdı.

          Birinci Dünya Savaşı sonu yenilgi ve parçalanma, Atatürk'e, Türk milletini bir araya getirip mücadele etme ve yapıyı yenileme düşüncesini ve bunu gerçekleştirme azmini vermiştir. Eski yapıyı yeniden kurmak mümkün olmadığı için ard arda büyük inkılaplar yapılmıştır.

          Atatürk'e göre "İnkılap milletin esenliği için halk adına yapıldı". "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı ve biçimiyle uygar bir toplumsal heyet durumuna getirmektir". Öyleyse inkılap, modernleşme ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için yapılacaktır. Gerçekten, gördüğünüz büyük yenilik hareketleri, hep inkılapçı bir tutum ve davranışla yapılmıştır.

          Türk Milleti iyiye, doğruya, güzele daha fazla yaklaşmak, bunlara erişmek için inkılapçılığa bağlı ve tam bir inkılapçı olarak kalmalıdır. Öyleyse inkılapçılık nedir? Atatürk'e göre, "Gerçek inkılapçılık onlardır ki, ilerleme ve yenileşme inkılabına sevk etmek istedikleri insanların, ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime nüfuz etmesini bilirler".

          Demek ki, inkılapçı, ruhlara ve vicdanlara seslenecek, insanları bu yolda yönlendirecektir. Atatürk inkılabını sürdürebilmek, inkılapçı ruh ve yapıyı, coşkuyu her zaman duymakla, hedefleri belirleyip bu hedeflere ulaşma yolunda çalışmakla olur.

          Türk inkılabının üstün ve yüce amacını her zaman kavramaya çalışmalıdır. Durmadan ve her zaman yenilik yolunda ileriye doğru gidilecektir, işte Atatürk'ün temel ilkelerinden biri de budur. Türk inkılabının korunması, geliştirilmesi ve ilerletilmesi şarttır. Atatürk bundan emindi ve şöyle diyordu: "İnkılabın hedefini kavramış olanlar, daima onu muhafazaya muktedir olacaklardır".

          Evet, bu özlü sözlerin ışığında, bilinçli inkılapçılık Türk milletinin geleceği olmalıdır.


Atatürk'ün İnkılapçılık ile ilgili bazı sözleri

          - "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır." (1925)

          - "Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük." (1925)