Kuruluş Tarihi: 1097
Yıkılış Tarihi: 1231
Kurucusu: Anuş
Tegin
Başkenti: Gürgenç
Dili:
Farsça
Devlet Başkanı: Han
XI. yüzyılın sonlarında Harezm'de kurulan
ve 1231'da yıkılan Türk imparatorluğu. Harezmşahlar soyunun kurucusu Anuş Tegin,
Garca adlı bir Türk kölesidir. Garca, Büyük Selçuklu emîrlerinden Bilgi Tegin
tarafından, Gürcistan'dan satın alınarak saray hizmetine verildi. Kısa bir süre
sonra, başarılı çalışmaları sebebiyle, Harezm valiliğine getirildi. Ölümünden
sonra, oğlu Kutbeddin Muhammed, Muhammed Harezmşah unvanıyla, Sultan Sencer
tarafından Harezm'e gönderildi. Otuz yıl süre ile Harezm'i yöneten Kutbeddin
Muhammed, iyi bir yönetici, anlayışlı bir siyaset adamı idi. Zamanında Harezm,
büyük bir ilerleme gösterdi. Kutbeddin'in ölümünden sonra, büyük oğlu
Kızılarslan Atsız, Harezmşah olarak görevlendirildi. Atsız, ilk zamanlarda
Selçuklulara bağlı kaldı. Sultan Sencer ile birlikte seferlere çıktı. Kendi
gücünü arttırmak için, Cend ve Mangışlak gibi, Seyhun ötesindeki sahalara kadar
ilerledi. Bir süre sonra Sencer ile arası açıldı. Sencer, Atsız'ı
beğeniyordu.
Bundan yararlanan Atsız, bağımsızlığını
ilan etti. Selçuklu memurlarını hapsederek, mallarına el koyduğu gibi, Horasan
yollarını da kapattı. Bu sırada Belh'te bulunan Sencer, büyük bir ordu ile
Harezm üzerine yürüdü (1138). Yapılan savaşta, Atsız'ın ordusu yenilgiye uğradı,
oğlu Atlığ da esir edilerek öldürüldü. Sencer, Harezm'in yönetimini Süleyman bin
Muhammed'e vererek vezir, atabey, hâcib gibi memurlardan meydana gelen bir dîvan
kurdu, sonra Merv'e döndü (1139). Bu durum, Harezm halkını gücendirdi. Bundan da
faydalanan Atsız'ın çalışmaları sonucu, Süleyman ve adamları, Harezm'den
ayrılmak zorunda kaldılar (1140). Bir yıl sonra Harezm hâkimiyetini elde eden
Atsız, Sencer'e bağlılığını bildirdi (1141). Sencer, aynı yıl, Karahıtaylarla
yaptığı savaşta yenildi. Bunun üzerine Atsız, tekrar bağımsızlığını ilan etti.
Horasan üzerine yürüyerek, Sencer'in (Selçuklu) başkenti Merv'i ele geçirdi.
1142'de de Nişapur'u alarak kendi adına hutbe okuttu.
Ancak, Atsız'ın bu başarısı çok uzun
sürmedi. Horasan'da hakimiyetini tekrar kuran Sencer'in üzerine geldiğini duyan
Atsız, aldığı yerleri boşaltarak Harezm'e döndü. Tekrar, Sencer'e bağlılığını
bildirdi (1144). Merv'den aldığı hazineleri geri verdi. Karahıtaylara her yıl 20
000 dinar altın vermeyi kabul etti. Bir taraftan da Sultan Sencer'i öldürtmek
için Merv'e iki fedaî gönderdi. Durumu haber alan Sencer, bu suikast
teşebbüsünden kurtulduğu gibi, Harezm'e karşı üçüncü defa sefere çıktı (1147).
Hazarasb kalesini, iki aylık bir kuşatmadan sonra aldı. Harezm'in başkenti olan
Gürgenç önlerine geldi. Bu sırada araya giren bir dervişin ricasını kıramayarak,
Atsız'ın atından inip toprağı öperek, kendisini metbu tanıma isteğini kabul
etti. Fakat Atsız, atından inmeden, Sencer'in isteğini başıyla selam vererek
yerine getirdi. Bunun üzerine Sencer, Merv'e döndü. Horasan üzerindeki
niyetlerini bir tarafa bırakan Atsız, Seyhun kıyılarını aldı (1152).
Oğuz-Selçuklu savaşında Sultan Sencer, Oğuzların eline esir düştü. Bu olay
üzerine Atsız, bir yandan Sencer'i kurtarmağa, bir yandan da Oğuzlarla Sencer'in
arasını bulmağa çalıştı. Sencer'in esaretten kurtulmasından sonra, ona tebrik
mektubu göndererek, emrinde olduğunu bildirdi. Aynı yıl temmuz ayının otuzuncu
günü öldü (1156). Atsız'ın yerine veliaht olan Ebu Feth İl-Arslan geçti.
Harezm'de bulunan amcaları İnal Tigin ve Yusuf'u, kardeşleri Hitay Han ile
Süleyman Şah'ı öldürten İl-Arslan, rakipsiz olarak Harezmşah tahtına çıktı.
Sultan Sencer'in ölümü, Harezmşah Devletini, Doğu İran'ın en güçlü devleti
haline getirdi (1157). Sencer'e bağlı mahallî hanedanlar, Oğuz reisleri, Büyük
Selçuklu emîrleri, yönettikleri bölgeleri genişletmek için büyük bir çaba
gösteriyorlardı. Irak'taki Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Muhammed bin Mahmud'un
durumu pek sağlam değildi. İl-Arslan, bu durumdan yararlanarak, bağımsızlığını
ilan ettiği gibi, durumu Selçuklu sarayına da duyurdu.
İl-Arslan, Selçuklu emîrlerinin doğu
İran'da yaptıkları muharebelere, zaman zaman, çıkarı için karıştı. Bağdat
halifesi ile Irak Selçuklu sultanı arasında aracılık etti. Nişapur'u kendisine
merkez yaptıktan sonra Tus, Bistan, Pamyan taraflarını da ele geçirdi.
Karahıtaylar, Harezm üzerine yürüdüler (1172). İl-Arslan, öteki Harezmşah
hükümdarlarının yaptığı gibi, topraklarını su altında bırakarak savunmak istedi.
Aynı yıl, hastalanarak Nişapur'da öldü. İl-Arslan'ın ölümünden sonra küçük oğlu
Celaleddin, Harezmşah tahtına oturdu. Cend'de vali olan büyük kardeşi Tökiş,
Celaleddin'in emrini yerine getirmediği gibi, Karahıtaylara sığınarak, askerî
yardım talebinde bulundu. Karahıtaylar, Tökiş'in isteğini olumlu karşılayarak,
çok kuvvetli bir orduyu onun emrine verdiler. Bunun üzerine Celaleddin Şah ve
annesi, Harezm'den ayrılarak, Irak Selçuklularının nâibi Melik Ay-Aba'nın yanına
geldiler. Kardeşinin kaçması üzerine Tökiş (1172-1200), kolayca Harezmşah
tahtına geçti. Tökiş, ailenin en büyük hükümdarlarından birisi olarak ün
kazandı. Saltanatının ilk yıllarında, kardeşi Celaleddin Şah, Melik Ay-Aba ile
onun üzerine yürüdü. Tökiş, Subarlı kasabasında Ay-Aba'yı bekledi. Ordusunu
pusuya düşürüp yok etti. Ay-Aba'nın başını kestirdi (1174). Celaleddin Şah ve
annesi, bu başarısızlık üzerine Dihistan'a kaçtılarsa da, Tökiş, Terken Hatun'u
yakalatıp öldürttü. Celaleddin Şah ise Gur sultanı Gıyaseddin'e sığındı. Çok
geçmeden Tökiş ile Karahıtayların arası açıldı. Bu durumu öğrenen Celaleddin
Şah, Karahıtaylar ile birleşerek Harezm'e yürüdü.
Harezm, topraklarını sular altında
bırakarak, başkentte kendisini savundu. Büyük bir savaşı göze alamayan
Karahıtaylar, geri çekildiler. Yalnız, Celaleddin Şah'a bir miktar asker vererek
Merv, Serahs şehirlerini içine alacak küçük bir emîrlik kurmasına yardımcı
oldular. Zaman zaman, kardeşi Tökiş ile dostça geçinen Celaleddin Şah,
kardeşinin İran seferinde bulunuşunu fırsat bilerek Nişapur üzerine yürüdü
(1187). Başarı sağlayamadan Merv'e dönmek zorunda kaldı. Bir süre sonra burada
vefat etti. Kardeşinin ölümünden sonra Tökiş, bütün Doğu İran ve Horasan'a söz
geçirmek ve oraları buyruğu altına almak istedi. Abbasî halifesi Nâsır ile
anlaşarak, Selçuklu sultanı II. Tuğrul'u yendi ve öldürttü (1194). Hemedan ile
öteki Selçuklu kalelerini ele geçirdi. Selçuklu Sultanlığının yıkılışından sonra
Tökiş, kendisine sultan unvanını verdi, kestirdiği sikkelere bu unvanı yazdırdı.
Harezmşahların, Batı İran'da üstünlük
kurmaları kolay olmadı. Tökiş, ölümüne kadar, İran işleriyle uğraşmak zorunda
kaldı. İsfahan'ı Kutluğ İnanç'a, Rey'in idaresini onun oğlu Yusuf'a verdi. Büyük
emîrlerinden Mayacuk'u atabey yaptı. Kendisi Harezm'e döndü. Bu sırada, Halife
ordusunun Irak'a yaptığı saldırı püskürtüldü. Yusuf Hanın, Rey'den ayrılmasıyla,
Mayacuk yönetimi ele aldı. Durumu düzeltmek için Tökiş, üçüncü defa Irak
seferine çıktı (1196). Bağdat ordusunu yendi. Hemedan'ı kendisine sığınmış olan
Atabey Özbek'e, İsfahan'ı da oğlu Erbaş'a verdi. 1198'de Mayacuk ayaklandı.
Tökiş, onu yendi ve öldürttü. İsmailîlerin elinde bulunan bazı kaleleri aldıktan
sonra Harezm'e döndü, orada öldü (1200). Oğlu Alâeddin Muhammed, onun yerine
geçti.
Büyük kardeşi Melikşah'ın 1197'de
ölümünden beri veliaht olan Alâeddin Muhammed, önce Gur sultanları Şahabeddin ve
Gıyaseddin ile savaştı. Tökiş'in ölümünden faydalanan bu sultanlar, Merv ve Tus
şehirlerini aldıktan sonra Nişapu'u ele geçirdiler. Hindu Han, Melikşah'ı,
Alâeddin'e karşı koz olarak kullanmak için, Merv ve Serahs vilâyetlerinin
idaresiyle görevlendirdi. Nişapur'a yürüyen Alâeddin, Gurluları, ülkelerine
serbestçe dönmek şartı ile bıraktı. Merv ve Serahs'ı geri aldı. Hindu Han, Gur
ülkesine dönmek zorunda kaldı. Harezm'e dönen Alâeddin, bir yıl sonra, Herat
üzerine yürümeye karar verdi, fakat Sultan Şahabeddin'in, Harezm'e yürümek için
ordu hazırladığını duyunca, bundan vazgeçti. Harezm'e çekilen Alâeddin'in
ardından Gurlular da Tus'a geldiler. Kardeşi Gıyaseddin'in ölüm haberini alan
Şahabeddin, Gur'a döndü. Bunun üzerine Alâeddin, Herat'ı almak istediyse de
başarı kazanamadı. Gur'da durumunu düzelten Şahabeddin, hızla Harezm üzerine
yürüdü. Alâeddin, daha önceki savunma usulüne başvurarak, Harezm'in o çevresini
sular altında bıraktı. Fakat, Gur ordusu, Harezm tarihinde ilk defa olarak, kırk
günde bu bölgeyi geçti ve Alâeddin'in ordusunu yendi. Karahanlı sultanı Osman ve
Karahıtay orduları, Alâeddin'in yardımına geldi. Gurlular, ağırlıklarını yakarak
geri çekildiler. Onları takip eden Alâeddin, Hazarasb'da, Gurlular'ın sağ kolunu
dağıttı, bir çok esir ve ganimetle döndü. Karahıtay ordusu ile Anahod önünde,
Şahabeddin'in ordusunu çevirerek, iki gün süren bir savaştan sonra mağlup etti.
Zorlukla Anahod kalesine sığınan
Şahabeddin, Semerkand sultanı Osman'ın aracılığıyla, büyük bir fidye
karşılığında Gazne'ye dönebildi. Karahıtayların başarısı, Harezmşah'ı korkuttu.
Bu yüzden, bir süre sonra, Gurlu Sultanı Şahabeddin ile dostluk kurmak için
Gazne'ye elçi gönderdi. Hindistan'da büyük başarılar kazanan bu Müslüman
hükümdar, dinsiz Karahıtaylar'dan öc almak istediği için, Alâeddin'in dostluk
teklifini iyi karşıladı. 1205'te, ordusunun eksiklerini tamamlamak için
Hindistan'a bir sefer düzenledi. Dönüşünde de Alâeddin'e haber göndererek,
Karahıtaylar üzerine yürüyeceğini bildirdi. Fakat, bir Hintli veya Batınî
tarafından hançerlenerek öldürüldü (1206). Onun ölümünden sonra Gurlular
yıkıldı. Harezmşah Alâeddin, bu durum karşısında, Nişapur'a emîrler göndererek,
Horasan ordusunu Herat'ı almak için görevlendirdi. Kısa zamanda Herat alındı,
valiliğine Hüseyin getirildi. Ordusunun başında Belh'e yürüyen Alâeddin,
kuvvetli bir kuşatmadan sonra burayı teslim aldı (1207).
Alâeddin'in bu tarihten sonra karşısında
bulunan siyasî ve askerî güç, Karahıtaylardı. Harezmşahların her yıl vergi
vermek zorunda oldukları bu devleti ortadan kaldırmak, Alâeddin'in en büyük
hedefi idi. Bunu gerçekleştirmek isteyen Alâeddin, büyük bir orduyla
Mâverâünnehir seferine çıktı. Karahıtayları yenerek, Buhara'yı aldı (1208). Bu
tarihten sonra Karahıtaylar bir daha toparlanamadılar. Küçlük kumandasındaki
Naymanların, Cengiz'in önünden kaçarak Karahıtay topraklarına girişi, bu
devletin yıkılışını kolaylaştırdı. Ayrıca, Semerkand, Alâeddin tarafından zapt
edildi (1212). Mâverâünnehir, kesin olarak, Harezmşahların hakimiyeti altına
girdi. Gazne'yi alan Alâeddin, bu bölgenin yönetimini, büyük oğlu Celâleddin'e
verdi (1215). İran'a sefer yaptı (1217). Fars ve Âzerbaycan atabeylerini itaat
altına aldıysa da, Hemedan'dan Esedâbâd yolu ile Bağdat'a gönderdiği ordu, ağır
kış yüzünden, ağır bir kayba uğrayarak dağıldı (1218). Bu sırada Cengiz'in
zaferlerini duyan Alâeddin, bilgi edinmek için Moğol hakanına bir elçi gönderdi.
Cengiz'in gönderdiği elçilik heyetini kabul etti. Cengiz, elçisi aracılığıyla
Alâeddin'e, dostlukla ticaret ilişkilerinin sıkılaştırılması dileğini bildirdi:
''Sana selamlarımı gönderirim. Senin
kudretini ve imparatorluğunun genişliğini biliyorum. Seni çok aziz bir dost gibi
sayıyorum. Seninde benim Çin'i (Katay'ı) fethettiğimi bilmen gerekir. Memleketin
bir savaşçılar ordugahı, bir para madenidir ve başka araziye hiç ihtiyacın
yoktur. Benim düşünceme göre tebaamız arasında ticareti teşvik etmek her
ikimizinde menfaati gereğidir.''
Fakat, bir süre sonra Cengiz'in bir
kervanı, Otrar'da, Alâeddin Muhammed'in valisi İnalcuk tarafından yağmalanarak,
kervanda bulunanlar öldürüldü. Kervandan kaçıp kurtulabilen bir kişi, durumu
Cengiz'e bildirdi. Bunun üzerine Cengiz, Harezmşah'a bir heyet göndererek, Gayır
Han diye bilinen İnalcuk'un teslimini ve malların tazminini istedi. Alâeddin
Muhammed, bu isteği şiddetle reddederek, Cengiz ile savaşa karar verdi.
Alâeddin'in bu kararı, Harezmşahlar Devleti'nin birden ortadan kaldırılması,
Doğu İslâm dünyasında yüz binlerce Müslüman’ın ölümü, birçok şehir ve eserin
yakılıp yıkılmasıyla sonuçlandı.
Cengiz, Harezmşahlara karşı 200 000
kişilik bir ordu hazırladı. Alâddin Muhammed, kurduğu harp meclisinde, Moğol
ordusunun Seyhun nehri kıyısında karşılanması görüşünü kabul etmeyerek,
Mâverâünnehir'de savaş yapılmasını kararlaştırdı. Kuvvetlerini, büyük şehir ve
kalelere dağıttı. Bu kuvvetlerin başına ayrı ayrı kumandanlar getirdi, kendisi
de Horasan'a geçti. Cengiz, ordusunu küçük birliklere ayırıp, Mâverâünnehir'in
sağlam kalelerini birer birer ele geçirdi, savunan ve kendini koruyan şehirleri
yakıp yıktı. Kısa bir süre içinde Buhara ve Semerkand, Otrar, Sıgnak, Barçlığ,
Kend, Cend, Benâkend ve Hocend gibi şehirler, Cengiz'in eline geçti.
Mâverâünehir'in en güçlü savunma merkezi olan Semerkand, Türk kumandanının büyük
kahramanlık göstermesine rağmen teslim oldu. Cengiz, ordusuna, küçük
vilâyetlerin alınmasını emretti. Belh'te bulunan Alâeddin, Irak'a, oğlu
Rükneddin'in yanına gitmek bahanesiyle Tus'a kaçtı. Moğollar, her yanda hızla
ilerliyorlardı. Nişapur ve Bistâm yoluyla Rey'e gelen Alâeddin, oğlunu da yanına
alarak, Devletâbâd yakınlarında Moğolları durdurmak istedi. Yenilerek Abiskun'da
bir adaya sığındı. Biraz sonra, burada hastalanarak öldü (1220). Yerine oğlu
Celaleddin geçti.
Harezm'e dönen Celaleddin, veliahdlığını
tanımak istemeyen bazı Türk kumandanlarının, kendisini öldürteceklerini,
Moğolların da yaklaştığını öğrenince Horasan'a kaçtı. Bir süre sonra iki kardeşi
Uzlug Şah ve Ak Şah Horasan'a geldiler. Harezm'de toplanmış olan 90 000 kişi,
Humar Tigin adlı bir emîrin idaresi altında, Harezmşahların merkezi Gürgenç'i
(Harezm-Ürgenç) dört ay savunduktan sonra Moğollara teslim olmak zorunda
kaldılar (1221). Celaleddin Harezmşah, imparatorluğun ortasından koparabildiği
ve kurtarabildiği insanlarla, Harezmşah devletini, vefatına kadar sürdürdü.
Moğolların doğuda ve batıda yayılmasını bir süre geciktirdi.
Devlet İdaresi
Harezmşah devletinin ilk çekirdeğini
Büyük Selçuklu Devletine bağlı Harezm'i yöneten bir Türk ailesi kurdu. Hükümdar
ve sülalesi ile devlet hazinesinden yararlananların dışında bütün halk vergi
öderdi. Sınırları korumak, asayişi sağlamak, devletin göreviydi. Bu görev,
ücretli askerler, belirli bir toprağın vergisini almakla yetkili sipahiler
tarafından yapılırdı. İdare, maliye, adliye işleriyle uğraşan kurumlarda çalışan
görevliler, bir çeşit bürokratik aristokrasi meydana getirirlerdi. Büyük küçük,
hemen hemen bütün memuriyetler babadan oğula geçerdi. İdarî müesseseler, Büyük
Selçuklu Devletinin aynıydı. Alâeddin zamanında, mahallî bağımsız beyliklere ve
hanedanlıklara son verilerek, merkezî yönetim sistemi uygulandı. Bağımsız
eyaletten, önce tâbi bir devlet, sonra bir imparatorluk durumuna gelince, saray
teşkilatı, teşrifat kuralları, lâkaplar, unvanlar, daha gösterişli bir nitelik
kazandı. Alâeddin, İskender-i Sânî ve Sancar lakaplarını kullandı, tuğrasına
zıllullah-i fi'l-arz (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi) yazdırdı. Şehzadelere
genellikle Alâeddin lakabı verilirdi. Hükümdarların lakapları ise, önceleri
Harezmşah, melik iken, sonraları şahenşah, sultan, sultanıâzam olarak
değiştirildi. Hükümdarların hepsinin tuğra ve tevkîleri ayrı ayrıydı.
Hükümdarlık sembolü, bayrak ve çetreydi. Sultan elbiseleri siyahtı. Sarayda
sultanın özel bir mızıka takımı vardı. Selçuklu saraylarındaki hâcib, çomakdâr,
çavuş gibi sınıflar, Harezm sarayına da girmişti.
Hükümdarın, dîvan görüşmelerini kafes
arkasından izlemesi, Ramazandaki huzur dersleri gibi Osmanlı saray gelenekleri,
Harezm'de de vardı. Saltanat hususunda Harezmşahlarda yerleşmiş bir kural yoktu.
Bu yüzden şehzadeler arasında sık sık taht kavgaları olurdu. Veliahdlar
genellikle Horasan'a tayin olunur, güvenilir bir Türk kumandanı, atabey
unvanıyla yanlarına verilirdi. Merkezî idarenin başında bulunan vezir,
hükümdarın vekili olarak devlet işlerini yürütürdü. Bütün tımarlardan, hattâ
sultanın hassından, öşür alan vezirlerin maiyetinde çeşitli dîvanlar (dîvan-ı
tuğra, dîvan-ı inşâ, dîvan-ı arz, dîvan-ı istîfâ, dîvan-ı işrâf vb.) vardı. Bu
dîvanlar, çeşitli idare şubeler niteliğindeydi.
Maliye işleri, dîvan-ı istîfâ tarafından
yürütülürdü. Vergi düzeni Selçukluların aynıydı. ayrıca, zapt olunan yerlerde
mahallî gelenekler korunur, antlaşma ile genel gelirin üçte biri tutarında vergi
alınır, olağanüstü durumlarda salma ve müsadere yoluna gidilirdi. Ordu ve askerî
işlere, dîvan-ı has bakardı. Orduda görevli herkesin belirli değerde bir ikta'ı
vardı. İkta sahiplerinin kurduğu büyük süvari gücü, imparatorluğun her tarafına
yayılmıştı. Bunun yanı sıra, doğrudan doğruya sultana bağlı hâssa ordusu
başkente yakın bir yerde, emre hazır beklerdi. Orduda ayrıca, ücretli asker ve
köleler de savaşçı olarak görev alırdı. Adlî teşkilâtta, şer'î kazâ ile örfî
kaza birbirinden ayrılmıştı. Saraylıların işlediği suçlar, kendi âmirlerince
cezalandırılırdı. Memlekette en çok Hanefî ve kısmen Şâfiî fıkhı uygulanırdı.
Toplum hayatında reâya sınıfından başka, büyük şehir ve kasabalarda ticaret
yapan varlıklı bir tüccar sınıfı yaşıyordu.
Toprak sahibi köylüler arasında,
topraksız gündelikçiler, yarıcılar bulunurdu. Bunların dışında, büyük toprak ve
sermaye sahibi dihkân sınıfı ve göçebe kabîleler vardı.
Bilim ve Sanat
Harezmşahlar devrinde başkent Cürcân, bir
bilim ve sanat merkeziydi. Şehirde on büyük vakıf kütüphane vardı. Hükümdar ve
şehzadeler, iyi eğitim görmüş kişilerdi, âlim ve sanatçıları korurlardı.
Ebü'l-Fazl Kirmânî, Ebu Mansur, Hüseyin Ersbendî, Ebu Muhammed Harekî gibi kadı,
vâiz ve filozoflar, başkent Cürcân'da toplanmışlardı. Ayrıca, Fahr-i Harezm
lakabını taşıyan Zemahşerî (1074-1144), Râzî, Şihâbeddin Hivâkî, Şemsüddin
Muhammed el-Zabî gibi bir çok tanınmış âlim ve şair, Harezm'de yaşadılar.
Harezmşahlarda bilim ve din dili olarak, Arapça ön sırada yer alırdı. Dîvanlar,
fermanlar Farsça yazılırdı. Yalnız, Ahmed Yesevî ve onun yolundan gidenler,
eserlerini Türkçe yazdılar. Muhammed bin Keys adındaki yazarın Celaleddin
Harezmşah'a sunduğu Tibyân-ı Lügati't-Türkî alâ Lisanü'l-Kanglı (Kanglı Dilinde
Türk Dili Lügati) bu dönemde yazılan önemli eserlerden biridir.
Harezmşahlar Devleti
Hükümdarları
1) Muhammed
Harezmşah (1097 - 1128)
2) Adsız
Harezmşah (1128 - 1156)
3) İl-Arslan
Harezmşah (1116 - 1172)
4) Alaeddin
Tekiş Harezmşah (1172 - 1200)
5)
Aleddin Muhammed Harezmşah (1200 - 1220)
6) Celaleddin Harezmşah (1220 - 1231)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.